Sayfalar

622 ) FİLLERİ YUTAN PİRELER !...

    

16 Haziran 1950, Türkçe ezanın kaldırılıp, Arapça okunmasına dair 5665 sayılı kanunun kabul edildiği gündür.. 
Dönemin başbakanı Adnan Menderes, konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştı : "Zamanında çok lüzumlu olan bu mecburiyet ve tedbir diğer tedbirlerle birlikte bugünün hür Türkiye'sine zemin hazırlamıştır."
Ezanın Türkçe okunması Menderes'in dediği gibi "zamanında" gerekli olan bir mecburiyet miydi ? Bu sorunun yanıtını Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözünde aramalıyız : "Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Kati olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında hakim ve esas kalacaktır.."
Bu sözlerden, Atatürk'ün Türkçe'den asla ödün verilmeyeceği inancını taşıdığı açıkça belli olmaktadır. Menderes "hür Türkiye" tanımını kullanmış olsa da, dili hür olan bir toplumun bağımsızlığını koruyabileceği gerçeğini kavrayamadığını, kendi sözleriyle gözler önüne sermiş ve tarihteki yerini almıştır.
Ezanın Türkçe okunmasından vazgeçilmesi, Atatürk'ün düşüncelerinin ve "hür Türkiye"nin çiğnenmesinden başka bir şey değildir. 1933 yılının şubat ayında, Bursa'da, Türkçe ezana karşı bir grubun olay çıkarmasıyla ilgili olarak, şunları söylemişti Atatürk : "Cahil mürteciler Cumhuriyet adliyesinin pençesinden kurtulamayacaklardır."

      

15 Haziran 1950 tarihli "Yaprak" gazetesinde, "Ezan" başlıklı bir yazı yayımlanır. Söz konusu yazıda, iktidara gelen Demokrat Parti alaycı bir dille eleştirilir. Bu yapılırken de gelecekten duyulan endişe dile getirilir : "İleriye doğru olduğundan şüphe etmediğimiz bir karardan dönülünce iş değişiyor. Salt bir ezan meselesi olmaktan çıkıyor iş. Daha bir sürü gericiliğin başlangıcı, daha bir sürü gericiliğe göz yummanın işareti oluyor. Bu düşüncemizin doğru olup olmadığını anlamak için belki biraz beklemek gerekecekti. Ama ona da hacet kalmadı. Başbakanın demecini duyar duymaz sarıklar, cübbelerle sokaklara uğrayan softalar düşüncemizin doğruluğunu çarçabuk ortaya koydu."
Ezanın Arapça okunmaya başlanmasının daha birçok gericiliğe yol açacağını öngören bu yazar, ünlü şair Orhan Veli'dir !..
O yıllarda, Mustafa Kemal Atatürk'ün bağımsızlık yelkenini bağladığı direklerden biri olan, hayatın her anında Türkçeyi esas kılma çabasına balta vuran, ezanın Türkçe okunmasından duyduğu rahatsızlığı yazılarında dile getirenlerden biri de, 1990'lı yıllarda Atatürk'ü dilinden düşürmeyecek olan Cemal Kutay'dır !..

     

Orhan Veli, bütün din edebiyatımızın ; naatların, münacatların, ilahilerin, nefeslerin yanında mevlitlerin, duaların, ezanın ve vaazların da Türkçe olduğunu belirtir ; kolay olanın namaz surelerini Türkçeleştirmek olduğunun altını çizerek, şiirde en güzel örneklerini verdiği diline sahip çıkar. Orhan Veli, ders kitaplarına girmiş olsa da, ölümünden beş ay önce yazdığı yazılarında Türkçenin bir başka dilin gölgesi altında kalışını içine sindiremeyen bir şair olduğu öğrencilere anlatılmaz. Ve o, Rumelihisarı'na oturan, başına martı kuşları konan bir şair olarak anılır. Ders kitaplarında Orhan Veli'ye ayrılan sayfalarda, şairin şu sorularına yanıt aranılmayışı gericiliğe ödün vermekten başka bir şey değildir : "Çağın bu kadar çabuk değişeceğini bilseydi acaba Kubilay kafasını verir miydi ? Günün birinde işlerin bu hali alacağını bilseydi Şeyh Said o kadar acele eder miydi ?.."
Ülkenin içine düştüğü "gaflet ve dalalet"i sorgulayan bir şairdir Orhan Veli.. Ve hatta "hıyanet"i !.. Ezanın Arapça okunmaya başlanmasının altındaki gerçeği açıkça yazar : "Maksat, seçimlerden önce bir avuç geri kafalı insanı avlamak için verilmiş bir sözü yerine getirmek."
İktidara gelen bir hükumetin el attığı ilk konunun ezan oluşuyla, ülke sorunlarını örtbas etmeye çalışmanın, gündemi saptırmanın da ilk adımı atılmış olunur. Din konularına gereğinden fazla yer vermenin asıl çözüm bekleyen sorunları gizlemekten başka bir işe yaramadığını çok iyi biliyoruz. Orhan Veli "Yaprak" adlı gazetesinde böylesi tartışmaların yararsızlığı ve gündemi saptırdığı konusunda uyarır okuru : "Kutupta vakitsiz kılınacak namaz eda mıdır, kaza mıdır sorusu kimin için mesele olur ? 'Sebilürreşad' okuyucularından kaç kişi kutuplara gidip vakitsiz namaz kılacaktır ki böyle bir mesele üzerinde tartışmaya girişiliyor ?."
Bayrağı konusunda hassas davranan bir millet, ses bayrağı olan diline sahip çıkmıyorsa, bağımsızlık yelkenini rüzgara açamıyor demektir. Atatürk'ün, "Efendiler, din değil, dil meselesidir " açıklamasını kavrayamayanlar, kopardıkları bağımsızlık yelkeninin halatlarıyla yalnız kendilerini değil, tüm ülkeyi de boğup, nefessiz kalmaya sürüklemişlerdir. 
"Tanrı uludur, Tanrı'dan başka yoktur tapacak" sözünü yanlış bulan, bu güzel dilden, Türkçemizden utanan, sıkılan, rahatsız olanlar için son sözümüz Orhan Veli'nin şu iki dizesi olsun :

"Bu düzen böyle mi gidecek,
Pireler filleri yutacak ?.." 



SUNAY AKIN'ın "Tuncay Terzihanesi" adlı kitabından alınmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder